10 Mart 2008 Pazartesi

RÇT

En önce yarım kalan cümleler tamamlanmalı… Yüklem yoksa ve bulunamıyorsa da bir türlü hemen silinmeli; anlamlandırmaya çalışmak için sırf, uzatıldıkça uzatılmamalı söz…
İlle de bir mana aranmamalı hatta… Olduğu gibi bırakmalı, düzeltmeye çabaladıkça daha da karışanları…
Bazı sözcükleri temizlemeli hafızadan… Mesela “keşke” lerle başlamamalı şimdiki zamanlara… geçip-gidenlerde kalmamalı fiil kipleri de!

Fincanda unutulup soğuyan kahveleri dökmeli…

Yüksek sesle dinlemeli mantığın sesini, kulaklarda uğuldayanlar duyulmasın diye.
Tüm pencereler açılıp havalandırılmalı odalar, aldığı kadar güneşle doldurulmalı… Sürgüler çekilmeli gözlerden… Büyük laflar edilmişse de zamanın birinde; her şeyin zıddıyla imtihan edildiğimiz getirilmeli akla, gerekirse mantığa uydurulmalı.
Olmayacak tüm dualara âmin denilmeli, içimizden geçirdiğimiz her şeyin dua sayılacağı zamanlarda.
“İnanacak bir kişi daha bulduğumuzda gerçek olacak” tüm yalanlara kanmalı en alık hallerle!
Masallar anlatmalı, hatta kendimizi de içine koymalı… Dalıp gitmeli sonra Kaf dağının ardına, gökten düşen elmaları toplamalı altından ırmaklar geçen bahçelerden. Kâğıttan gemiler yüzdürmeli hiç batmayacaklarmış gibi…
Zamanın ritmine uydurmalı ayakları… Gidilecek yer kalmadığında olduğumuz yerde durmayı da öğrenmeli…

Güneş yüzünü gösterir göstermez daha bembeyaz elbiselerle arz-ı endama başlayan erik dallarına bakmalı uzun uzun… Mezarlıklarda açan mor çiçeklere gıpta edilmeli her denk gelişte. Yeşile boyanan tüm ağaçların önünde eğilmeli sırayla.

Belki o zaman………………………

Hiç yorum yok: